ORAN - ÖLÇEK
- caner cambaz
- 11 Şub
- 7 dakikada okunur
Kimliğin oluşmasında önemli bir bileşen de oran ve ölçektir. Bir kentsel alanda baskın bir ölçeğin veya oranlar sisteminin var olmasının bir çok fiziki ve düşünsel sebebi olabilir.
Konu aşağıda iki başlık altında incelenmiştir.
a. Oran
Ahenkli bir bütünün sağlanması için parçaların (elemanların) birbirleri ile ve oluşturdukları bütünle uyumlu ilişkiler kurmaları gerekir.
Bu ilişkilerin bir boyutu da oranlardır. TDK sözlüğüne göre oran, ‘büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntı ve nispet’ olarak tanımlanır.
Farklı ölçeklerde farklı elemanların oranları önem kazanır. Konu mimari olduğunda, bir yapının çevresi ile olan kitlesel oranı, yapının cephesindeki boşlukların dolu bölümlere olan oranı daha da detayda, bir doğramanın yan kayıtlarının üst ve alt kayıtlarla olan oranları üzerlerinde düşünülmesi gereken tasarım problemleridir.
Güzelliğin sağlanması için makro ölçekten detaya inen bir sıralamada, her ölçekteki oranların tutarlı ve uyumlu olmaları gereklidir.
Bir yapının kitlesinin, bağlamı ile olan oranları uyumlu değilse, daha detay ölçeklerde oranları ne olursa olsun bütüncül bir güzelliğin sağlanması mümkün değildir.
Oran kavramı tüm sanat dallarında vardır.
Müzikte seslerin frekanslarının birbirlerine olan oranı insanı rahatsız veya mutlu edebilir. Rasmussen ‘Yaşayan Mimari’ adlı kitabında müzikteki oran kavramını şu şekilde açıklar:
“Müzikteki tonlar düzenli aralıklara sahip titreşimlerden oluştukları ve sabit perdelere sahip oldukları için kaza ile çıkan seslerden ayrılırlar. Bir çalgı telinin çekilmesiyle meydana gelen titreşimler, kesin bir frekans hızına sahip olan esas notalar ve esas notanın frekans hızının katları olan armonilerden oluşur. Basit frekans orantıları olan tonların armonileri aynıdır ve hep beraber çalındıklarında yeni ve düzenli başka bir titreşim aralığı ortaya çıkar. Bu da yeni bir müzikal ton olarak algılanır. Fakat titreşim aralıkları birbirinden biraz farklı olan ses dalgaları bir araya geldiğinde, meydana gelen ses tutarsız ve çoğu kez rahatsız edicidir.”
Müzikte esas olan oranlar seslerin frekanslarının birirlerine olan oranıdır. Mimaride ise gördüğümüz tüm elemanların kendi içlerindeki ve birbirleriyle olan oranları esastır.

Bir elemanın boyutlarının algılanması çevresi ile olan ilişkisine göre gerçekleşir. Yukarıda görülen siyah renkli daire aynı boyutlu olmasına rağmen çevresi ile olan oranlarının farklılığı nedeniyle soldaki şekilde daha büyük algılanmaktadır.

Güzeli yaratırken oranlar üzerinde etüdler yapmak kaçınılmazdır. Tarih boyunca, dönemlerinin estetik anlayışlarına bağlı olarak insanların kullandığı birçok oran sistemleri ortaya çıkmıştır.
a.1. Altın Oran
Antik çağlardan beri kullanılan bir oran sistemidir. Yunanlılar insanın vücudunun oranlarının Altın Oran ile ilişkili olduklarını kabul etmişlerdir, ve bu oran sisteminin tanrını doğayı yaratırken kullandığı sistem olduğuna inanmışlardır. Bunun sonucu olarak tanrılarla ilişkili tüm yapılarında bu oranı kullanmışlardır.
Sistem temel olarak şu şekilde tanımlanabilir: Bölünen bir çizginin küçük parçasının büyüğe oranı, büyük parçanın bütüne olan oranı kadardır.

Altın Oran’a sahip bir dikdörtgenden mümkün olan en büyük kare çıkarıldığında kalan dikdörtgen de Altın Oran’a sahiptir. Ve ondan çıkarılan en büyük kareden sonra kalan dikdörtgen de. Bu seri sonsuz küçüğe kadar böyle sürdürülebilir.

Antik Yunanlılar ideal estetiği bu Altın Oran ile elde edebileceklerini düşündüklerinden önemli tüm yapılarının cephe düzenleri bu orana uydurmuşlardır.
Acropol’de yer alan Parthenon’un cephesine bu oran sistemi belirgindir.

12. yy da Pisa’da yaşamış matematikçi Leonardo Fibonacci’nin bulduğu Fibonacci Serisi’de Altın Oran ile ilişkilidir. Seri 0 ve 1 rakamları ile başlar. Ve her rakama kendinden önce gelenin eklenmesi ile sonsuza kadar devam eder. “ 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 223, ….” Bu serideki komşu iki rakamın birbirine bölmeyi sonsuza dek sürdürürsek, limit sayı Altın Oran olan 1,618 olur.
Bu oran sistemi tarihte Antik Yunan’da olduğu kadar yoğun kullanılmamakla birlikte devam eden yüzyıllarda da bazı yapıların cephelerinin ve planlarının kurulmasında temel oran sistemi olarak kullanılmıştır.

Bramente’nin 16. yy da, St. Peter Kilisesi’nin çatısında ek olarak tasarladığı kule yapının cephe düzeni Altın Oran’a uygundur.

Le Corbusier’in 1929’de tasarladığı Cenova’daki Dünya Müzesi projesinin planı Altın Oran’a uygundur.
a.2. Düzenleyici Çizgiler
Düzenleyici çizgiler fizik mekânda görülmeyen fakat hangi disiplinde olursa olsun kullanılan elemanları düzenleyen, bütünün parçaları oldukları hissini güçlendiren hizalardır. Aşağıdaki resimde görülen aynı elemanlardan oluşan iki seriden altta olanı sahip olduğu düzenleyici bir çizgi sebebiyle diğerinden daha fazla düzene sahiptir denilebilir.

Düzenleyici çizgiler, ilk yaratma dürtüsü hisseden insandan günümüze dek bilinçli veya bilinçsizce kullanılmışlardır.

Yukarıda görülen mekân düzenlemesinde düzenleyici çizgiler ve güçlü bir düzen duygusu hissedilmektedir.
Le Corbusier, düzenleyici çizgilerden şöyle bahseder:
“Düzenleyici çizgiler keyfi olana karşı güvencedir. Bu, büyük bir arzuyla yaratılan yapıtı onayan sağlama işlemidir. … Düzenleyici çizgi, kişiyi dahice oluşturulmuş uyumlu ilişkilerin araştırmasına götüren tinsel düzenin yarattığı hoşnutluktur; plastik bir yapıtta oranların, çizgilerin, renklerin uyumlu bileşimini sağlar. … Düzenleyici çizgi, güven verici düzenin algılanmasını sağlayan, somut matematiksel bir biçim yaratır. Düzenleyici çizginin seçimi yapının temel geometrisini saptar; yani yapıta bakıldığında edinilen temel izlenimlerden birini belirler. Düzenleyici çizginin seçimi, esin kaynağının belirleyici anlarından biridir, bu, mimarlığın temel işlemlerinden biridir.” (Ching, 1996)


Yukarıda, Le Corbusier’in cephe tasarımında düzenleyici çizgileri kullandığı iki tasarımı görülmektedir.
b. Ölçek
Bir objenin boyutu bir önceki bölümde de kısmen incelendiği gibi bağlamındaki diğer elemanlara göre belirlenir. Ölçek ahenklilikten çok büyüklük ve küçüklük ile ilişkilidir.
İnsanın kendisini rahat ve huzurlu hissettiği 4 m x 6 m genişliğinde ve 2.7 m yüksekliğinde bir odanın boyutları on kat arttırıldığında artık hissettikleri değişmiş olacaktır. Burada esas değişen şey ölçektir.
Bir ortaçağ kentinde konutların boyutlarının birbirlerine benzer ve nispeten ufak olmasına rağmen dini yapıların devasa boyutlu olmasının sebebi, dini gücünün mimari ile iletilmesi gerekliliğidir.
Bir binanın kent bağlamındaki boyutundan söz edildiğinde kentsel ölçekten, bir binanın kendi çevresine uygun olup olmadığını değerlendirirken mahalle ölçeğinden, bir sokağa bakan bina elemanlarının göreli boyutlarını belirtirken de cadde ölçeğinden bahsedilmiş olur.
Bina ölçeğindeki bütün elemanlar, ne kadar sade ve önemsiz olurlarsa olsunlar, belirli boyutlara sahiptirler ve her elemanın boyutları diğer elemanların boyutlarına göre algılanır.

Çoğu bina elemanı insanlara yabancı olmayan boyutlara sahiptirler ve bu nedenle, çevrelerindeki diğer elemanların boyutlarının tespitinde yardımcı olurlar. Konutların pencere birimleri ya da kapı girişleri gibi elemanlar izleyiciye genişliği ya da kaç kata sahip olduğu konusunda fikir verirler.
Bu algısal durum tasarımcı tarafından bir binanın biçimini veya bir mekânın algısını kasıtlı olarak değiştirmek amacıyla da kullanılır.

Yukarıda Roma’daki St. Peter Kilisesi’ne tam karşısından yaklaşılırken görülmektedir. Kilise genel olarak içinden bakılan sokağın diğer binalarından daha büyük olarak görülür. Fakat çok uzakta olduğu için gerçekleşen perspektif etkisi ve cephesindeki güçlü yatay pilastrlar sebebiyle sanal olarak 3 katlı gibi algılanır. Oysa gerçekte bundan çok daha büyüktür. Ve her bir katının yaklaşık 20 metre yükseklikte olduğu ancak yanına gidildiğinde fark edilir.

Yukarıdaki resimde insanlarla beraber görüldüğü için kilisenin gerçek boyutları fark edilebilir. Bir kere kilisenin gerçek boyutları algılandıktan sonra aşağıdaki resime bakılırsa meydanın gerçek boyutları hakkında da bir fikir sahibi olmak mümkünüdür.

Kilisenin kentin farklı bölümlerinden bakıldığında ise kilisenin gerçek ölçeği görülür. Neredeyse tüm Roma’dan görülebilecek bir pozisyonda ve büyüklüktedir.

Kilisenin sahip olduğu büyüklüğün gerçek sebebi kent ölçeğinde yitip gitmemek, her pozisyondan güçlü bir biçimde fark edilmek arzusudur.
St. Peter Kilisesi bir anlamda, Vatikan’ın Roma’nın en güçlü iktidarı olma isteğinin mimari dile çevrilmiş halidir.
Kent ölçeği dendiğinde kastedilen o kentteki, yapıların ağrılıklı olarak sahip olduğu ölçektir. Bu da genellikle kentteki konut dokusunun ölçeğidir. Sivil mimari dışındaki yapıların ölçekleri genellikle kentin baskın ölçeğinden farklı ve büyük bir ölçekte olurlar.

Tokat bir dağın eteğine kurulmuştur. Kentteki sivil yapıların homojen bir ölçeği vardır. Kentteki camiler, hanlar, devlet yapılarının ölçekleri farklıdır. Bu fark resimden bakarak anlaşılabilecek kadar belirgindir.
Kent ölçeğinin ortaya çıkmasında birçok faktör etkilidir. Kentteki yapı malzemesi stoğu, iktisadi ve sosyal durum, iklim, topografya, vb.

Yukarıda görülen Urfa kent dokusunun 1960’lardaki ölçeği Tokat kenti ölçeğine nispeten daha ufaktır. Yapı malzemesi olarak kerpiç ve toprak kullanılma gerekliliği ancak 1-2 kat yüksekliğinde ve dar açıklıklı mekânlar yapmaya olanak vermiştir. Bu da kentin ölçeğinin ortaya çıkmasındaki temel faktörlerden birisidir.
Endüstri öncesi kentlerde yapılar genellikle fazla büyük olmayan boyutlara, çevrelerindeki yollara oranla alçak yüksekliklere sahip olmuşlardır. Betonarme, çelik gibi yapı malzemelerinin olmaması, fazla yoğun yerleşmelere ihtiyaç duymamış olmaları bunun sebebidir. Ve doğal olarak benzer ölçeklere sahiptirler. İnsanın kendisini içinde dingin, huzurlu ve güvenli hissettiren bu ölçek genel olarak ‘insan ölçeği’ olarak adlandırılır.

Yukarıda Siena Kenti’nden bir sokak görülmektedir. Yapı malzemesi olarak taş ve tuğla kullanılması, nispeten yoğun bir nüfus gerekliliği gibi sebepler kentte yapıların 7-8 kata kadar yükselmesini gerekli hale getirmiştir. Bunun sonucunda ortaya çıkan ölçek Tokat ve Urfa kentlerinden oldukça farklıdır. Siena bir endüstri öncesi kent olmasına rağmen ölçeği insan ölçeğinden uzaktır.
Kent dokularında baskın olan sivil mimaride insan ölçeği hakim olmakla birlikte diğer tip yapılarda genellikle farklı ölçekler kullanılır.
Bunun sebepleri iktidar ve disiplin toplumu kavramları incelenerek anlaşılabilir. Çalışmanın konusu dışında kaldığı için burada açıklanmayacaktır. Fakat şu söylenebilir ki, tarih boyunca tüm yerleşmelerde, o an iktidar olan güç veya güçler iktidarlarını, inşa ettirdikleri büyük ve ihtişamlı yapılar ile fiziksel olarak da göstermişlerdir.

Yukarıdaki resimde bağlamına göre dev boyutları ile Floransa Katedrali (Basilica di Santa Maria del Fiore) görülmektedir. Katedralin inşası 170 yıl sürmüş ve bitirilebilmesi için başta tasarlanmış olandan daha ufak bir yapı haline getirilmiştir. Bu ölçek farkı sadece mimari veya estetik konularında değil, 13.yy da Floransa’daki kilisenin gücü hakkında da bilgi verir.
c. Sonuç (Oran-Ölçek)
Yapı malzemelerinin ve teknik bilgilerin kolayca transferinin yapılamadığı endüstri öncesi zamanlarda ortaya çıkmış ve kurulmuş kentler, karakteristik bir ölçeğe ve oranlar sistemine sahiplerdir.
Bu ortak payda kentin kimliğini oluşturan öğelerden biridir ve onu diğer kentlerden ayırır. Bu sebepten, kentin sahip olduğu oran ve ölçeğin korunması ve yeni inşa edilen yapıların da bu sisteme harmonik bir şekilde entegre olması esastır.
Bazı durumlarda, söz konusu oran ve ölçek sisteminin ortaya çıkmasına neden olmuş yapı malzemesi yerine çağdaş ve farklı malzemeler kullanılması gerektiğinde, malzemenin doğasından gelen ölçeği ve oranları, mevcut bağlamı göz önünde tutarak etüd etmek gereklidir.
Alıntı, "Tarihi Kensel Mekanlarda, Yer Duygusu ve Yeni Yapı Tasarımı İlişkisi Üzerine Bir İnceleme" Y.Mimar Caner Cambaz, 2009